22 Aralık 2016 Perşembe

gidemedim






Sen aşkı anlatamadın bana,
ben de hiç soramadım sana; 
“Sence aşk ne/ydi?”

Bazı zamanlar aklım karışırdı;
Sahi, “Aşk ne/ydi?
Var mıydı? Yaşadık mı? 
Ya da yaşadığımız AŞK mıydı?
Yaşadıksa nasıl yaşadık böylesine uzak, böylesine yabancı?
Yoksa sadece bir rastlantı mıydı aşkın sende vücut bulması,
sende anlam kazanması?
!
Ne kadar karışsa da aklım, sonunda bulurdum değişmeyen yanıtı;
“Aşk demek, SEN demek”ti!
Can veren nefesimdin, nasıl bilmezdim !?
Yokluğunun yaratacağı boşluktan kaçtım durdum, ruhum aşkla tanışalı…
Seni beklerken yaşlandı da yıllar, umutlar hiç yaşlanmadı...

Gidemedim!..
Gitmek umut etmekten, gitmek (sensiz de olsa)SENi yaşamaktan vazgeçmekti
ve gitmek, unutuşlara izin vermekti...

Gidemedim!..
Çünkü“Aşk demek, sen demek”ti...
Gitmek, AŞKı da, SENi de inkâr etmekti...


********

9 Kasım 2016 Çarşamba

dinlenmiş bir yürekte aşk...


Saatin alarmıyla değil, sabah kuşlarının sesiyle ve gün ağarırken uyanır olmuştu bir süredir.
Yavaşça kalktı, ters çevrilmiş terliğini ayağıyla düzeltti, giydi sonra terasa çıkan kapıyı ardına kadar açtı, her zaman olduğu gibi…
Yükselmeye çalışan güneşin gökyüzüne vuran renklerini izledi, sabah rüzgarını soluğu kesilene kadar içine çekti.
Havada sonbahar serinliği vardı ve kış yakındı. 
Mevsimler hızla değişiyor ve zamanı tutmak yine mümkün olmuyordu.
...
Banyodaki aynada, uykulu ve süzgün görüntüsünü fark etti. 
Aynaya doğru yaklaştı, uzun zamandır ilk defa dikkatle yüzünü inceledi.
Bakmasaydı keşke; gözlerinin kenarındaki çizgiler ne kadar derinleşmişti! 
Hele alnındaki çizgilere ne demeliydi?
Kabul etmese de, hızla yaşlanıyordu işte...
             -Boş veeer, ruhun genç ya!   
                                     diye yükselen iç sesine dudak büktü:                                
        -HADİ CANIM SEN DE!!!
...
Bunca yıldır neler yaşamıştı, neler görmüştü ve zaman nasıl da göz açıp kapayana kadar geçip gidiyordu... 
Ne çok sevmiş, ne çok sevilmişti. 
Sabır, hoşgörü, umut ve sevgiyle ne çok zorluğun üstesinden gelmiş, 
yaşadığı huzurlu, mutlu ve güzel yılların değerini hiç bir  zaman inkar etmemişti.

O umudu hiç eksilmesin isterdi; 
öyle ki karamsarlığa düştüğü bazı zamanlarda hemen gelecekteki umutlarından ödünç alır, 
bazen de eskimiş umutlarını cilalayıp, parlatıp yeniden kullanırdı. 

Aşkın zamana yenilmemesi adına ise umutlarını daima aşkla beslemişti.

Ancak, umutla karşılanan yarınlar, güzel şeylerin beraberinde sıradanlığı, alışkanlığı ve bağımlılığı getirmiş, ne yazık ki varoluşun temel direği aşk önemsizleştirilmişti...

Umut aşkla beslenebilirdi ama aşk umutla beslenmezdi ki; 
aşk, umuttan çok incelikle, aşk özenle ve hassasiyetle büyür/gelişirdi...

Ve aşkın kırılma noktaları, çoğu zaman önemsiz gibi görülen ayrıntılarda gizlenirdi.
(Anlatamamıştı yada anlamamıştı!..)

Öyleyse;  ruhundaki ağır yük bir dağ kütlesine dönüşmeden önce,  yüreğini biraz nadasa bırakmalıydı. 

Biraz yalnız, biraz uzakta yaşamalı, denemeli, görmeli, öğrenmeliydi...

Belki de dinlenmiş bir yürekte AŞK yeniden yeşeriverir/di!..

Kim bilir?
Belki de!..
Olabilirdi/ miydi?!


10 Ekim 2016 Pazartesi

anılarda yalnız kalmak...


Gidişin çok aniydi, beklenmedikti;
öldürmedi ama adeta ölüme denkti…
İşte tam o zaman;
yaşanmış ya da yaşanacak her şey
seninle birlikte elimden kayıp gidiverdi.

Köşe bucak saklanmış bir mektup,
kullanılmamış şehirlerarası bir otobüs bileti,
ve de sararmış bir vesikalıktaki gülümsemendi bana kalan…

Bir de izler kalmıştı senden geriye,
ne yaparsam yapayım bir türlü silemediğim İZler;
bıçak kesiği gibi derin, kimsenin göremeyeceği kadar gizli,
bazen içten içe sızlayan, bazen ölümcül bir sancıyla kanayan İZler...

Yani hiç kolay olmadı senden sonraki duygularımla baş etmek.
Yıllar geçip giderken, yaralarıma hep zamanı sürdüm ilaç diye, bir de AŞKı...

Evet aşk!
Yaşadıkça öğrendim ki:
Acılar aşktansa eğer, teselli yine AŞKtaydı.
Sevgili gitse de geriye aşk kalıyordu, aşkın özü kalıyordu.
Önünde sonunda AŞK  benimdi ve aşk bana kalan en büyük  hazineydi..."

O yüzden öyle sahiplendim ki AŞKı
sen gittikten sonra da sırtımı hep O'na dayadım ben !..
...
Ancak yaşLANdıkça yüreğimde korkular başladı;
o korkular ki en çok, “unutmak/unutulmak” bir de “anılarda yalnız kalmak”tı...
Şimdi,
o korkuları anlamsız kılmak için diyorum ki;
“Ben yaşadıkça AŞKı korusam ve seni unutmasaM;
sen de yaşadıkça beni unutmasaN 
ve 
anılarda beni yalnız bırakmasaN!"

****

20 Eylül 2016 Salı

sen giderdin...






Hep aynıydı;
kavuşmak anı, 
ayrılığın hüznünü taşırdı,
o yüzden buruk,
o yüzden eksikliydim,
o yüzden sevinemezdim gelişine…

Zaman bir hız delisiydi, 
tutamazdım, durduramazdım!.. 

Sonra vakit gelir, 
SEN giderdin, 
kapkara bulutlar çökerdi gözlerime; 
ardından bir yağmur yağardı, 
bir yağmur yağardı ki, 
SORMA!..





****

23 Ağustos 2016 Salı

vazgeçmek, artık sevmemek mi?



(Vazgeçmişti...)
Dolunay, denizin yüreğinden göğe doğru
turuncu bir ışıltıyla yükseldi…
Güneş sezdirmeden dağların ardına çekilirken
gri-beyaz bulutların çevresinde pembe hareler belirdi.
Işıklı tekneler lacivert dalgalarla dans etti,
kıyıda yasemin kokulu ılık bir rüzgâr esti.
Her şey kusursuzdu, herşey eşsizdi...
!
Birden, geçmişle şimdiki zaman arasındaki tül perdeler  uçuşuverdi.
(Dejavu gibi..)
Vazgeçtiğine aldırMAdan,
özenle sakladığı  hüzünbaz hatıralara sırtını dayadı. 
!
O yine onunlaydı, düşünde, düşüncesinde;
ve  şu an,
evet şu an,
gökyüzünün şu en ebruli saatinde,
onun yanında olmasını ne çok isterdi, ne çok!..
(Oysa vazgeçmişti!..)
(Hani vazgeçmişti?..)
!
Unuttuğumuz şeyler, bir anlamda vazgeçtiğimiz şeylerdi,
peki,  
vazgeçmek; unutmak demek miydi?
Vazgeçmek ; özlememek miydi?
Vazgeçmek; artık sevMemek miydi?

30 Temmuz 2016 Cumartesi

yasaklı/ ayıplı çağların çocukları...





Yasaklı çağların çocuklarıydık biz;
o yüzden çekindik yüreğimizdekileri söylemeye,
o yüzden yazamadık içimizde çoğalan cümleleri!..
...
Ayıplı çağların çocuklarıydık biz;
o yüzdendi kahkahayla gülemediğimiz,
o yüzdendi, gizli gizli sevmelerimiz
ve
sırf o yüzdendi, “ seviyorum” demeyi AR etmelerimiz...
!
İşte  hep o yüzden kandık çakma sevdalara,
o yüzden teselli aradık kekremsi aşklarda...
!
Her şeye rağmen,
mahzun bir nehir var ki en derinimde,
hâla maziye, hâla bâkir koylara akar sessizce...
Ve
aynı  gökyüzü altında olmanın avuntusunda bazen,
uçmayı özleyen kuşlar çırpınır göğsümde, neden?
“Bırak uçsun!” der içimden güçlü  bir ses,
"bırak!"
bırakasım gelir, yapamam...
!
Bilirim  çünkü,
"hâlâ ayıptır, hâlâ yasak !!!"
******

7 Temmuz 2016 Perşembe

Artık Seni Sevmiyorum Ankara...




Ayrılığı ben istemiştim!..
Öyle üzülmüştü ki, hiç konuşmamış,‘’neden?’’ diye sormamıştı.
Dik duruşundan taviz vermeden; ‘’Bana güvenmiyorsun, ben asla bitirmek istemezdim, ama terk eden olmak seni mutlu edecekse, GİT!’’demişti…
Ve o beni son kez öpüp yolcu ederken, ruhum acıdan ve pişmanlıktan adeta yanmıştı, kavrulmuştu…
Oysa nasıl isterdim, ’gitme!’’ demesini…’’Seni seviyorum, beni bırakma!’’demesini…
Gençlik işte, toyluk işte; sonraları, kendi hayal dünyamın bana kurduğu bu tuzağın sonuçlarına katlanmak o kadar ağır geldi ki…
Geriye dönemedim, bir daha asla arayamadım, sesini duyamadım.
Karanlık odamda döktüğüm kanlı gözyaşlarına ise bir tek soğuk Ankara geceleri şahit oldu.
!
O akşamdan tam 6 yıl sonra bir öğle üzeri ansızın onunla karşılaştığımda, evli ve çocuklu bir kadındım.
Suçlandım, yüzüne bakamadım.
Ayaküstü konuştuk; ‘’değişmemişsin’’ dedim, titreyen sesime mani olmaya çalışarak.
Üniversiteyi yarım bırakmıştı, çalışıyordu.
Dediğine göre,” kafasına göre birini bulamamıştı,benden sonra!..”
(Gururum okşanmıştı, bencilce sevinmiştim halâ yalnız olduğuna…)
Bense,‘’çok mutluyum’’ dedim’’ (bir havayla, nedense!) "evlendim, bir de kızım var ayrıca…’’
Sustu; ağzını belli belirsiz bükerek, hafifçe gülümsedi...
!
Bu onu son görüşümdü. Kaybettim izini. (Ya da öyle olması gerekiyordu!)
Sık sık geri dönüşler yaşardım; bir isimle, bir bakışla, bir şarkıyla…
İçimi daima hüzün kaplardı onu hatırlayınca; konuşunca kocaman açılan gözlerini özlerdim, ellerimi kaçamak tutan ellerini…
!
Bu olaydan tam yirmi beş yıl sonra bir gece internette gezinirken parmaklarım istemsiz olarak onun ismini tuşlayıverdi.
Keşke adını unutmuş olsaydım, keşke onunla ilgili kayda ulaşamasaydım!
Ölmüştü, hem de yıllar önce!..
Şoktaydım; bir daha, bir daha okudum...Bir türlü inanamıyordum, inanmak istemiyordum...
Kahrettim kendime; o ölmüştü ama ben onca zaman hiç bir şey duymamıştım, bilmemiştim.
O gece sanki dipsiz bir kuyuya düşmüş gibiydim, o gece hayatımın en karanlık, en uzun gecesiydi.
Bir kez daha onu kaybetmenin, hem de gerçekten kaybetmenin acısı o kadar derindi ki...
Meğer beni/bizi asıl o terk etmişti de, benim bundan hiç haberim olmamıştı.
İşte o andan itibaren hatıralarımın boynu hep bükük kaldı, hatıralarım yetim kaldı…
(Ona öyle kızgındım ki; bunu bana nasıl yapardı!?)
                                                                               ...             
 Şimdi, ne zaman onu düşünsem;
            karlı bir Ankara akşamında, o sokağın başında beni bekleyişi geliyor aklıma ve hâlâ inanamıyorum yaşamadığına!..
                                         
Madem ki o yok artık, SENİ SEVMİYORUM ANKARA!

*********

20 Haziran 2016 Pazartesi

düşler ölür mü?..





Sen Kaf Dağı'nın ötesinde,
bense  berisinde;
Anka Kuşu yas tutar içimde ölenlere...
!
Meğer  bir düşmüş yaşanan ve
ağırmış ceremesi düşlerin;
yine de düşler dolar içime,
her özlemek  zamanı...
!
Ay dolarken  karanlık geceye,
hüzünle çırpınır yüreğimin en orta yeri...
Uyanıp bir bir çıkar pusudan hatıralar, sinsi mi sinsi...
Sorular kemirir ruhu,
bir gurur kemirir...
Bir bıkkınlık,
bir yorgunluk çöker gönlümün toprağına...
!
Düşler  de ölür mü kim bilir,
ya Güneş akar mı bir gün yaralara?

***

11 Haziran 2016 Cumartesi

seni unutmadığım için...








Gördüm;
bir gri kuşun kanadında
gizlenmişti aşk…
Düştüm peşine,
sürdüm izini yıllar yılı;
bir yanım ulaşamamanın telaşında,
diğer yanım bulabilmenin umudunda…

Bazen nehirlere bıraktım yüreğimi;
belki alır götürür mutluluğa,
belki göze alamadığım yalnızlıklara…
!
Ah canım,
sığ sulardan derinliklere açılmak hiç kolay olmadı benim için biliyor musun?
Senin düşleyemeyeceğin kadar uzak maviliklerde öyle çok kayboldum ki ben ,
yine de korkmadım boğulmaktan, hiç geri adım atmadım inan!..
Bilen bilir;
“herkesin harcı değildir okyanuslara açılmak…”
Sen söyle;
“Gönülden sevmeyen insan yakabilir mi gemileri gözünü kırpmadan?”

Yaşamak,
sevmekti benim için,
o yüzden yaşadım dibine kadar…
Ve yaşamak,
özlemindi içime saplanıp kalan…

Şimdi,
ömrümün son çeyreğinde,
halâ tutkuyla bağlıysam hayata,
halâ meydan okuyorsam zamana…
Ve
halâ nefes alabiliyorsam derin derin,
en çok
seni unutmadığım için
(Mutlaka! )

***

8 Mayıs 2016 Pazar

beni kendi sesinde bulacaksın...





Biliyorum;
her şeyin çok anlamsız geldiği bir anda
hatırlayacaksın beni
ve
bir gün yaşadığım kente düşecek yolun...

Biliyorum;
aramızdaki görünmez duvarları
aşamayacaksın yine,
eski korkaklığın baskın gelip, arayamayacak/soramayacak,
çok istesen de çalamayacaksın kapımı...

İşte o zaman çevir git başını!..

Ya da;
kentimin bahar güneşi yakarken senin de tenini; 
turkuaz suların yansıyan pırıltısında ara  beni…

İstersen,
çırpınarak denize düşen çağlayanın ıslak kuytularına sor, ya da eflatununa gökkuşağının…
Hatıramın kırıntısı kaldıysa eğer, ayak izlerimi sür azgın dalgaların silemediği…

İstersen,
serin rüzgârında ara günbatımının;
bir çay söyle kendin, bir de benim için, bardağında eriyen şeker zerreciklerinde ara…

Benim yaşadığım kentte geceliyorsan eğer,
meşkin tınısında, ahhh! ;
olmazsa olmaz rakının çakırkeyfinde ara…
“Bir rüzgârdır gelir geçer sanmıştım, meğer başımda esen kasırgaymış sevgilim”
diyen eski bir şarkının yıllanmış kara sevdasında ara…
Bir türlü uykuya kapanmayan gözlerinin, vakti geçmiş düşlerinin pişmanlığında ara,
ya da
gecenin unuttuğu o yalnız Sabah Yıldızı’na sor beni…

Yetmezse,
sessiz haykırışlarla fısılda adımı sessizliğe kimseye duyurmadan;
işte beni tam orada,
beni kendi sesinde bulacaksın!..



***

27 Nisan 2016 Çarşamba

AŞK mümkündü...






AŞK Mümkündü,
biz uzaktan baktık...
Şimdi,
aşk bize kırgın,
aşk bize uzak…

Umut ve düşlerle yenilenir bende AŞK,
bir de BAHARla...
İşte bahar, işte papatyalar, işte penceremde kumrular!..
Kaç gün batımında ufka anlatırım hasreti yine kim bilir,
kaç bahar şafağında hayallerimin peşine düşerim kahırla?!

Olabilirdi, olmadı;
bir o aşk, bir de şu hınzır baharlar yazdırır bana…
Hâlâ vazgeçmediysem düşlerimde sevmekten,
hâlâ vazgeçmediysem “SezenŞarkıları” dinlemekten,
hep o aşk yüzünden!..

Düşler yoğun, ben düşlerimden yorgun;
her seferinde tutabilirim sanıyorum ellerini!..
Sesini duymayı umut ediyorum her düş sonrasında
ve
ne zaman öpsem, sarılsam düşlerimde sana,
"benim bir parçamsın" hâlâ, anlıyorum;
öyle bir parça ki çıkarılmaz, öyle bir parça ki koparılmaz!..
...
"Aşk Mümkündü", olabilirdi;
keşke korkmasaydık, keşke kadere bırakmasaydık,
keşke uzaktan bakmasaydık!

*****

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: Bu Kitap Sana İndi

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: Bu Kitap Sana İndi:   Birlikte hiç ıslanmadığımız yağmurlar  vururken pencereme, gecikmiş kışlara doğru koşuyor   ruhumdaki son bahar… Düşün ki, ...

Bu Kitap Sana İndi

  Birlikte
hiç ıslanmadığımız yağmurlar 
vururken pencereme,
gecikmiş kışlara doğru koşuyor  
ruhumdaki son bahar…

Düşün ki,
çoktan yakmışım gemileri...

Düşün ki
uzak denizleri özleyen dalgalara karışmışım;
çılgın, deli, bozbulanık...
Ufuk yok, kıyı yok, kaybetmişim rotamı…

Düşün ki,
köşe bucak kaçmışım unutmanın soysuz karanlığından; 
ertelemişim hayatı…

Düşün ki,
gönlümdeki uzak sürgünlerin inadına büyütmüşüm;
aşkı, acıyı
ve
ANLA ki,
"Bu Kitap Sana İndi"

!



*****

5 Nisan 2016 Salı

aşkla yanmak...










Kadehindeki içkiden koca bir yudum aldı, yutkundu, uğradığı ihanetin acısıyla konuşmaya devam etti:
“Ters bir orantı var bu işte;
Biz aşka sahip çıktıkça, korumaya çalıştıkça, onların kayıtsızlığı artıyor.
Yıllara yeniliyoruz, her gün biraz daha derinleşiyor çizgilerimiz.
Vücudumuz diriliğini, gözlerimiz parlaklığını kaybediyor.
Onlarınsa ağaran saçlarına, yağa dönüşen kaslarına, zayıflayan cinselliklerine rağmen itibarları artıyor…
Üstelik biz aşkla gelişip, zenginleşiyorken, onlar az gelişmiş duygusal zekâlarını, cinsellikleriyle besliyor, egolarına ego katıyorlar ve ne yazık ki onların taze et zaafıyla başa çıkamıyor aşk!..
Hele 50 li yaşlarımızla nasıl yarışırız genç ve seksi kadınlarla?.."
Sönen sigarasını yeniden yaktı, başını yana eğerek gözlerini benden kaçırdı...
“Üzgünüm, çok üzgün…Kızıyorum, hatta öyle öfkeliyim ki!.. Nasıl iyileşecek şimdi bu yaralar?”
Gözlüğünü çıkardı, yosun yeşili gözlerinde göllenen yaşı, elindeki buruşmuş peçeteyle sildi...
Meğer arkada yığılan ne çok gözyaşı varmış!..
Yüzünün o sert hatları, hüzünle yumuşadı,
o yırtıcı, o muhalif, o militan kadın, bu hassas, bu duygusal kadınla yer değiştiriverdi…
Söz konusu aşksa eğer;
İsyankâr bir nehir olup, durmaksızın sevdiğimize akıyoruz.
Bazen sakin bir limana, bazen fırtınalı denizlere düşüyor yolumuz.
Şıvgınlar yağıyor üstümüze, rüzgarlar kırıyor dallarımızı,
yıllar eskitiyor bedenlerimizi;
yine de tutkuyla bağlanmaya devam ediyoruz ACILARIMIZa…
Bazen bir söze, bir bakışa, bazen anlamsızlığa anlam yüklüyoruz, ıssızlaşıyor, kırılganlaşıyor yürek; 
yine de vazgeçemiyoruz AŞKtan
ve 
AŞKSIZlığın soğuk iklimiyle üşümektense, AŞKla yanmayı tercih ediyoruz!..
Çünkü biliyoruz ki;
AŞK yoksa eğer, koca bir HİÇtir hayat!..


******

3 Mart 2016 Perşembe

sevme ihtimali...


Sahile ıssızlık ve yalnızlık  çökmüştü...
Onlar inadına kalabalıklaştırdılar, çoğalttılar birbirlerini…
Denizin kokusunu duydular, dalgaların sesini, belki de aşkın!..

Rüzgâr nemli, serin ve çapkınca esti; kadın istemsizce adama yaklaştı, ürperdi..
Omzu omzuna değdi, eli eline; fark etmezden gelmenin tadına vardı…
Gökyüzü puslandı, gün pembeleşerek dağların ardına çekilmeye başladı.
Sahil boyundaki sokak lâmbaları yandı. İkili kalabalıklarına gölgeleri de eşlik etti...
Kadın hoşnut, ağır ağır yürürken, usulca adamın koluna girdi. Adam kolunu yavaşça geri çekerek kadının omzuna sarıldı, kadının boşta kalan elini diğer eliyle tuttu, alnının yan tarafına küçük bir öpücük kondurdu...
Yaprakları sürmeye başlamış o kocaman erguvan ağacının altındaki masaya iliştiler.
Kadın, göğün akşamla değişen renklerini izlemeye koyuldu. O sırada ağacın dalları arasından göz kırpan onlarca yıldızı ve hilal şeklindeki Ay'ı gördü.
Suçlanarak görmezlikten geldi..(!)
...
Adam ateşi yakmaya durdu.
Tutuşan odunların önce çıtırtısı sonra kokusu geldi. Ateş harlanmaya nazlandı, dumanlandı.
Ateşin dumanı, kadının kafasındaki dumana karıştı.
Alevler, ocağın başındaki adamın gözbebeklerinde yansıdı.
Adam, sanki orada olduğunun yeni farkına varmış gibi birden durakladı ve hayranlıkla ona baktı. Bir süre onun o melankolik halini seyretti sonra gülümseyerek yaklaştı, eğildi, yanağından öptü; içten, sıcak, yumuşak…Ve dedi ki:
“Şu anda yanımda olduğun için  teşekkür ederim"
Dedi ki:
“Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim”
 Dedi ki:
“Beni sevme ihtimalin için teşekkür ederim..(!)”
                                                                  ...
                                           Kadın buruk bir mutlulukla sorguladı:
                                         Yeniden sevme ihtimali olabilir miydi? 
                                        Yeniden ve üstelik -Onu-sevebilir miydi?
                   ...................Ya sahi, dedikleri gibi; çivi çiviyi söker miydi?...............

                                                                                                   

                                                                       ***

20 Şubat 2016 Cumartesi

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: sevmek, özlemek...

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: sevmek, özlemek...: Gri, küçük, masum yağmur bulutlarını ve bulutların arasından parlayan iki yıldızı seyretti önce, sonra   ay a takıldı gözü. Tanıdıktı ...

sevmek, özlemek...


Gri, küçük, masum yağmur bulutlarını ve bulutların arasından parlayan iki yıldızı seyretti önce, sonra aya takıldı gözü.
Tanıdıktı ayın yüzü, güleçti ve aklını başından alacak kadar parlaktı; tıpkı onunla karşılaştığı o akşam üzeri olduğu gibi...
Doğruldu, ayın üzerinde onun olası göz izlerini aradı yine, umutla!..
Kahretsin, gözlerini özlemişti yine!..
Özlemek...
Şözlemek duygusu nasıl da teslim alırdı ruhu ansızın, ne işgalci bir duyguydu şu özlemek dedikleri...
Loş odaya, inci taneleri gibi parlak ama bir o kadar hüzünbaz anılar dağıldı...
...

Tesadüf bu ya...Bunca yıl sonra, bunca vazgeçişe, bunca yaşanmamış farz edişe ve artık birbirlerini unuttuklarına inanmışlarken; o koskoca tatil kentinin o en işlek caddesinde, o büyük ağacın altında dikilirken karşılaşıvermişti bakışları...
Şaşırmışlardı; saçma sapan, sıradan cümleler uçuşmuştu havada:
-Nerelerdesin?
-Hayırsız!
-Değişmemişsin...
-Hadi canım sen de!
...
Geçmişteki hatalarından, belki de en çok korkaklıklarından suçluluk duyarak, huzursuz, ayaküstü konuştular; tutuk, içeriksiz, abuk sabuk...

Başka aşkı yasak ettikleri iki koca ömrün vebaliyle omuzları düşerken, tıpkı rahat görünmeye çalışan yeni yetmeler gibiydiler.
Göz göze gelmeye çekinerek, kâh gelip geçen insanlara, kâh yanlarındaki elektrik direğinde asılı reklam tabelasına, kâh ayaklarının dibine sürüklenen buruşuk beyaz kâğıda bakarak bir süre öylece kaldılar.

Bu defa erken davranan kadın oldu. Adamın omzuna dostça dokundu, konuşmasına fırsat vermeden, parmaklarının ucunda yükselip, yanaklarından öptü:
-Ben gi..de...yim...Umarım yine görüşürüz!..
-Gö...rü..şürüz!
-Kendine iyi bak!
-Sen de!

Kadın uzaklaşırken, adam mahzun, suskun, düşündü; "Anlatılacak ne çok şey vardı, sorulacak, paylaşılacak... Ve ertelenmiş ne çok sözcük vardı !.."

Oysa onun ellerini tutarak; "Gitme!.. İnan seni aramayı çok istedim, ama yapamadım... Ve seni öyle çok özledim ki!" demek isterdi kadına...

Kadınsa, sıkı sıkı sarılmak isterdi adamın boynuna ve derin derin koklayarak; "Ben senden sonra kimseyi sevEMedim ki... Ah bir anlatabilsem seni ne çok özlediğiMi!" demek isterdi...
                                                          
                                                                OLMADI!......................... 


                                                                       *****

25 Ocak 2016 Pazartesi

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: Kış hüznünden mi?

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: Kış hüznünden mi?: (Böyle zamanlarda herkes üşür müydü?) Özel notlar aldığı düzensiz kâğıtların arasından, varlığını unuttuğu iki fotoğraf düştü... ...

Kış hüznünden mi?




(Böyle zamanlarda herkes üşür müydü?)
Özel notlar aldığı düzensiz kâğıtların arasından, varlığını unuttuğu iki fotoğraf düştü...
Arkasına baktı, tarih atmamıştı, ama hatırlıyordu; yıllar önce Nisan ayı, günlerden perşembe, şarkıların sarhoş ettiği büyülü bir bahar akşamıydı...
Şubat ayı, yine günlerden perşembe, yağmur ve fırtınanın şehri teslim aldığı ıslak bir kış gecesiydi.

Oda mı soğumuştu, yoksa dışarıda kar mı vardı?
(Ama yaşadığı kente hiç kar yağmazdı ki!)
Unutmaya çalıştığı, belki de unuttum sandığı şeyler, istemsizce zihnine yerleşiverdi.
Soğuk geceye anıların sıcaklığı düştü ama o, üşüdü!..
(Hatırlamak, diğer insanları da üşütür müydü?)
...
Ayaz gece, puslu aydınlığa dönüştü.Güneşi gecikmiş sisli sabahın ufkuna  gri-mavi bir tül yerleşti.
Lodos, dalgaları kovaladı, kıyıyı
köpüklendirdi, ardından kum tepeciklerini alabora etti.
Fırtınadan mı, yoksa anıların çığlığından mı böyle gürültülüydü deniz?
Neden bu kadar sessizdi gökyüzü,  neden bu kadar ıssızdı ağaçlar?
Ayağının altında ezilen kış otlarının çıtırtısını dinledi.
İyot kokusuyla beraber hüzün de soluduğunu hissetti...
Tıpkı unuttuğu fotoğraflar gibi unutmuştu  kışın hüzne davetkarlığını!..
Başında dolanıp duran melankoliyi, elinin tersiyle dağıtmaya çalıştı, olmadı.
En ince detayına kadar hatırladığı yüzlerce şey geçti zihninden, yüzlerce cümle, yüzlerce sözcük, yüzlerce kere aynı yüz.
Biraz daha üşüdü; yüreğine kar yağıyordu…
Oysa yaşadığı kente hiç kar yağmazdı!..
(Yüreğine  yağan bu soğuk anıcıklar, kar olabilir miydi?)
...
Sahi, kış mıydı yoksa mutluluk için acı çekmenin hüznü müydü böyle üşüten?
(Bilemedi!..)

                                                                             

 ***


17 Ocak 2016 Pazar

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: ne varsa her şey hatırımda...

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: ne varsa her şey hatırımda...: Genceciktik ve hazırdık aşka!.. Ne varsa herşey hatırımda; ilk tanışma, ilk buluşma, ilk çırpınışı yüreğimin, ilk dokunuşun o...

ne varsa her şey hatırımda...



Genceciktik ve hazırdık aşka!..
Ne varsa herşey hatırımda;
ilk tanışma, ilk buluşma,
ilk çırpınışı yüreğimin,
ilk dokunuşun omzuma…
 Hepsi birer birer aklımda;
lacivert ceketin, bordo kazağın,
yana taradığın saçların,
ve o mutlu şarkı...

İzleyişin beni, sonra bekleyişin karşı sokağın başında...
Evimin önünden geçerdin hani ağır ağır, bir ıslık tuttururdun ta köşe başından;
duvarların ardından duyardım sesini ve eprimiş tüller arkasından gözlerdim seni…

Bir an, birkaç saniyeydi, ama bir ömre bedeldi bakışmak;
o zaman öğrendim en tutkulu sevişmelerin gözlerle olduğunu!..

Sonsuza kadar hazırdık AŞKa, 
ama hangi zamanda değişti yazgı?
Toyduk, savunmasız ve umarsızdık;  o yüzden mi alamadık ayrılığın kokusunu?
Neden yaşandı o  veda, o gözyaşı?
Kim istedi bunu?
O kalabalık kente gidince mi örselendi AŞK,  yoksa inkâr edince mi?
Birbirimiz içindik ya da öyle sanmıştık; 
ya da olmadı, ya da bırakmadılar!..

Şimdi takati kalmamış rüzgarlar gibi  esiyor başımda hatıralar, 
yine de ne varsa her şey aklımda;
acemice yazdığım -o ilk şiirin sözcükleri- gibi, 
kimsenin bilmediği -o en masum yürek izi -gibi!..




***