17 Ağustos 2012 Cuma

Amsterdam

Hollanda; Avrupa’nın Kuzeybatısında Almanya ile Belçika arasında yer alan ve parlamenter monarşiyle yönetilen bir kıyı ülkesi. Amsterdam'sa, Hollanda’nın başkenti. Başkenti ama ülke buradan yönetilmiyor, çünkü ülkenin siyasi başkenti Lahey-den Haag.  
Düşündüm de, buralara geleli tam 2 hafta olmuş..2 Hafta; dile kolay, tam 15 gündür şehir kazan olmuş, biz kepçe ama yine de yetememişiz kenti gezmeye.

illüzyon gösterileri de izledik…
Esasen, gelmesek de, görmesek de, hepimizin Amsterdam hakkında az ya da çok genel bir bilgisi vardır… Ve de Amsterdam denince ilk akla gelen şeyler, kanal gezisi yapan gemiler, bisikletler-bisiklet yolları, bol atraksiyonlu gece yaşantısı, uyuşturucu satılan-içilen yasal coffe shopplar ve ille de şehrin merkezinde yer alan Red Light District dir.
Oysaki Amsterdam, 90 ada, 1500 köprü ve yükselen deniz sularından kent topraklarını korumak amacıyla açılmış uzun kanallarıyla (ki bu kanallar Unesco Dünya Mirası listesinde yer alıyor), insanı hayrete düşüren düzenli trafiği, vızır vızır işleyen tramvay, tren, metro, tekne, feribotlarıyla, sabaha kadar aydınlatılan pırıl pırıl caddeleri ve meydanlarıyla, yağan onca yağmurun ardından bir damla su birikintisinin kalmadığı tertemiz sokakları ve bulvarlarıyla, 17.yy.dan kalma tarihi yapılarıyla, denizle iç içe girmiş coğrafyasıyla, Endonezya, Fas, İtalya, Surinam, İspanya veTürkiye’den gelip yerleşmiş o zengin insan dokusuyla ve Kuzeyde olmasına rağmen Gulf Streamın yumuşattığı o ılıman iklimiyle, turistik, romantik, enerjisi yüksek, cazibeli ve görülesi bir Avrupa kenti…
Homelink (www.homelinkturkey.com) sayesinde geldiğimiz bu dünya kentini tanıma ve uzun süreli konaklama şansını elde ettiğimiz geçen 15 gün boyunca, bir iki kez dışında, toplu taşım araçlarını kullanmadık.
Amsterdam’ın serin öğle sonralarında, aydınlık ve renkli gecelerinde, adım adım gezerek keşfettik müzeleri, tarihi eserleri, yemyeşil kanal boylarını, caddeleri, meydanları, o güzelim çiçek pazarını (Bloemenmarkt)…
Her ne kadar, Kırmızı Işık Bölgesi’nde (Red Light District) kabahat işlemiş bir çocuğun mahcubiyet ve sıkılganlığında gezdikse de ve her ne kadar o meşhur kafelerinde mariuana içmeyi deneyimlemediysek de; Dom Meydanı’nda (Dam Square) klasik müzik konserleri de dinledik, Rembrant Meydanı’nda (Rembrandtplein) son derece ilginç dans, müzik,
Ayrıca Bijenkorf’dan küçük bir alışveriş yapıp, Buz barda(Ice Bar Extra Cool.Amsterdam) soğuktan titreyerek , buz bardaklarda içkimizi yudumlamanın keyfini de ihmal etmedik.…
...
Bu arada unutmadan, gözünü seveyim memleketim mutfağını! Neden mi?
“Hollanda’ya ait özel bir lezzet tadabilir miyiz?” diye çok bakındıksa da, Hollanda peynirleri dışında, o kocaman sandviçlerinden başka kayda değer hiçbir yiyecek bulamadığımızı…

Ayrıca, Amsterdam’ın içinden geçen Amstel Nehri’ni, kanallardaki siyahî ve kirli deniz sularından ayırt edemeyince, memleketimizin tertemiz nehirleri ve masmavi denizleriyle gurur duyduğumuzu…

Ve de ucuz, kaliteli, ikinci el ve antika malların satıldığını övünerek söyledikleri açık pazarları;Albert Cuyp Market Noordermarkt Flea Market, Waterlooplein Flea Marketin, Antalya’daki Şirinyalı Pazarı’nın, hele hele  Kadıköy’deki Salı Pazarı’nın eline su dökemeyeceğini de söylemeden edemeyeceğim.

Daha buralardayım…

Yarın Belçika’ya doğru uzanacağım; Brüksel ve Antwerp şehirlerini gezecek, haftaya Rotterdam ve Lahey’i içine alan başka bir tura katılacağım.

Şimdilik izninizle..:))