24 Ekim 2015 Cumartesi

sitem...




Çoktan yakıldı
yazdın saydığım mektuplar...

Bana baktığın resimler de yok artık ah!..

Bilsen, 
yaşadığın şehir ve ismin ne kadar yabancı!..

Sesin uzak, 
sesin ta eskilerden,
yüzün az biraz tanıdık!..

Dokunduğun yerleri çoktan kazıdım tenimden 
haberin var mı?




***

20 Ekim 2015 Salı

Suçlu Aşk mı?



Gece ve ay isteksizce yerine çekiliyordu...

Dingin, serin, gölgeli koyda, güneşin ateşten renkleri kırılıyor, yansıyor, ilk sabahı haber veriyordu.

Biraz ilerideki küçük adacığın hemen kenarında uçan martılardan biri, hızla suya hamle yaptı.

Su devindi, halkalar halinde ayaklarının dibine kadar yol aldı.

Dupduru, mavi, lekesiz deniz...Huzur...

İskelenin ucunda oturup, aşağı sarkıttığı bacaklarının arasından suya baktı…

Gümüş çerçeveli kristal bir aynadan yansıyormuşcasına net görünüyordu yüzü; gözleri, çizgileri, hattâ ruhu…

Artık her şey yolunda, her şey tamam, her şey yerli yerindeydi...


Bir de gelgitleriyle başa çıkabilseydi..(!)

...

Bütün küçük parçalardan-ayrıntılardan oluşuyorsa, hayat anlık duygulardan mı ibaretti?
Dolayısıyla hayatmutlu ve mutsuz anların bir toplamı mıydı?
Çocukluk masalları, gençlik düşleri, gerçekler..(!)

Bugünün gerçekleri, eskinin masalları ve düşleriyle beslenmemiş miydi?
Bugünü şekillendirmek için, bir yandan o düş-masal bahçelerinde umutla koşarken bir yandan acılara rest çekmekten yorgun düşmemiş miydi?

Yoksa hayat, yaşanan gerçeklerle, gerçekleşemeyen hayallerin bütünü müydü?

...

Şu sonsuz evrende, varlığıyla kapladığı alanın ne kadar küçük olduğunu ve hayat denen karmaşanın içinde kendi sıradan varlığının ne kadar önemsiz olduğunu düşündü.
Yaşadıklarını, gerçeklerini, hayallerini  ve en çok hatalarını sorguladı.
Çoğu kez yanlış zaman, yanlış insan ve yanlış tercihler yüzünden üzülmüştü, incinmiş-örselenmişti.
En güvendiği dağlara Temmuz sıcağında karlar yağmıştı da, düşleri  suya düşüvermişti hani...Bir yanı "Olmaz!" derken, diğer yanı tutkular büyütmüştü sıradan sözcüklerin-eğreti aşkların peşinde hani...
Ama sonunda bir gün, yüreğine söz geçirmeyi öğrenmişti. Yaşanmışlıkları yok saymayı, dahası onu acıtan pek çok şeyi anahtarı kaybolmuş çekmecelere hapsetmeyi öğrenmişti.
Yine bir gün, kendisinin kendisine yaptığı haksızlıkları ve artık kendisini suçlamaktan vazgeçmesi gerektiğini fark etmişti, rahatlamıştı...
!
Ama...
Suçlu olan kendisi miydi yoksa?
?
Emin olamadı, ayrımsıyamadı; suçlu belki hayat, belki diğer insanlar, belki de aşktı...
Eğildi, sudaki yansımasını izledi...
!
"Hayat denen bilinmezlikte, onun sıradan acılarının, hüzünlerinin, aşklarının; Tüm bu duyumsadıklarının kendinden başka kimde izi kalabilirdi?"
                                              


***