(Vazgeçmişti...)
Dolunay, denizin yüreğinden göğe doğru
turuncu bir ışıltıyla yükseldi…
Güneş sezdirmeden dağların ardına çekilirken
gri-beyaz bulutların çevresinde pembe hareler belirdi.
Işıklı tekneler lacivert dalgalarla dans etti,
kıyıda yasemin kokulu ılık bir rüzgâr esti.
Her şey kusursuzdu, herşey eşsizdi...
!
Birden, geçmişle şimdiki zaman arasındaki tül perdeler uçuşuverdi.
(Dejavu gibi..)
Vazgeçtiğine aldırMAdan,
özenle sakladığı hüzünbaz hatıralara sırtını dayadı.
!
O yine onunlaydı, düşünde, düşüncesinde;
ve şu an,
evet şu an,
gökyüzünün şu en ebruli saatinde,
onun yanında olmasını ne çok isterdi, ne çok!..
(Oysa vazgeçmişti!..)
(Hani vazgeçmişti?..)
!
Unuttuğumuz şeyler, bir anlamda vazgeçtiğimiz şeylerdi,
peki,
vazgeçmek; unutmak demek miydi?
Vazgeçmek ; özlememek miydi?
Vazgeçmek; artık sevMemek miydi?