Bütün gün çok yorulmuşum, üşümüşüm, birazda gripal bir durum hasıl olunca
sobanın karşısında sızıp kalmışım.
Yok yok sızmak değil, basbayağı derin derin uyumuşum; rüyalı, müyalı…
Kendimden geçerek davul çalıyorum rüyamda. Fonda o hareketli “Kesik
çayır”türküsü var ve benim bir oynayasım var, bir oynayasım var ki sormayın…
Oysa bütün gün öyle çok iş yapmışım ki, parmağımı şıklatacak halim bile
yok.
Yinede davuluma aşkla vurmaya devam ediyor, bir taraftan da
düşünüyorum:”Yahu davul ne iş, ne alâka? Hani kanun çalsaydım, ud
çalsaydım, saz çalsaydım neyse!"
Birden yan tarafımda Arif Sağ’ı görüyorum ve tokmağı daha bir hararetle
davula vurmaya başlıyorum. Arada bir ona bakarak beğenip beğenmediğini anlamaya
çalışıyorum…
Acı olan şu ki,o esnada yan duvardaki aynada kendi aksimi görüyorum;
"Hay maşşallah, döt, göbek, gıdık almış başını gitmiş. Üstelik bir yıl
daha yaşlanmışım, tüh yıllara, tüh hayata, tüh kendime! Nalına da vur, mıhına da
vur, vur dünyanın çarkına vur, vur , vur, vur!"
(Gümbede güm güm, gümbede güm güm…Gümbede güm güm, güm güm de güm güm…)
Birden, içli bir klarnet sesi duyuyorum, damardan mı damardan. Bir kadın
”Geceler yarim oldu”yu söylüyor, içim ağulanıyor.
Derken bir erkek”Suda balık oynuyor” diyerek, havadaki hüznü
dağıtıyor; e bir yanım ağlak, bir yanım oynak haklı olarak…
O sırada üstümde nedenini anlamadığım bir baskı, bir ağırlık hissediyorum.
Göz kapaklarımı aralayıp bakıyorum ki, tekir kedi hırıltıyla göğsümde
uyukluyor.
TRT Müzik kanalında Arif Sağ, Hüsnü Şenlendirici, Emel Taşçıoğlu türkü
söylüyor. İşin ilginci de programda davulu Arif Sağ çalıyor.
Kediyi üstümden itiyor, açıkta kalmış yerlerimi sıkı sıkı örterek koltuğa
biraz daha yerleşiyorum…
“Hayırlara gelsin!” Ne diyeyim…
Üstelik size anlatmadım, ışığa anlattım haaa!