17 Aralık 2013 Salı

Düğün Dernek


Vizyona girdiği geçen hafta sonu,  “Düğün Dernek” filmine yer bulamayınca,  Çağan Irmak’ın “Tamam mıyız?”adlı filmini izlemeye karar verdim.
Çağan Irmak filmlerinden her zaman yüksek beklentilerim olmuştur. Ama bu defa hayal kırıklığına uğradım. İzlemesem de bir şey kaybetmezmişim doğrusu… Çünkü“Tamam mıyız” vasat ve sıradan bir film olmuş.
Neyse, gelelim “Düğün Dernek”e...
Günlerdir fragmanını takip ettiğim bu komedi filmini, bu hafta sonu nihayet izledim. İşler Güçler dizisinde severek izlediğim Ahmet Kural, Murat Cemcir'i bir kez daha ve sinemada izleme keyfini yaşadım.
Filmin konusu Sivas’ta geçmektedir. Letonyalı Nugesha ile Sivaslı Tarık’ın aynı ülkede çalışabilmeleri için acilen evlenmeleri gerekmektedir. Ancak öyle acilen evlenmek olmaz. Niye olmaz? Tarık’ın babası İsmail (Rasim Öztekin) ve annesi  (Devrim Yakut), ne yapıp yapıp, biricik oğullarına gösterişli, adetlere uygun, davullu, zurnalı bir düğün yapmak istemektedirler de ondan…
Böyle bir düğün için onların parası yoktur, ama Fikret(Ahmet Kural), Çetin(Murat Cemcir) gibi candostları vardır. Tüm imkânsızlıklara ve aksiliklere rağmen bu düğün yapılacaktır, başka yolu yoktur. Bu düğün ya gerçekleşecek, ya gerçekleşecektir...
Filmi yazan ve yöneten Selçuk Aydemir, aynı zamanda İşler Güçler dizisinin de yönetmeni. Ahmet Kural ve Murat Cemcir, Rasim Öztekin başrollerde olmak üzere, Barış Yıldız, İnan Ulaş Torun, Şinasi Yurtsever de filmin çok başarılı oyuncuları.
Filmde Sırrı Süreyya Önder'de küçük bir rolde görünüyor, ama "görünmese de olurmuş(!)" diye fikrimi söylemeden geçemeyeceğim...
Filmde, güldürmek adına şivelerde yer yer abartıya gidilse de, genel olarak mizahın dozu korunmuş. Komedisi bol, renkli, neşeli bir film olmuş.
Haftanın yorgunluğundan ve üzerinize yapışmış yoğun stresten kurtulmak için güzel bir fırsat “Düğün Dernek”. Oyunculuklar dört dörtlük; hele Ahmet Kural, Rasim Öztekin, Devrim Yakut  oyunculuğun doruklarında…
Fragmanlarını izleyip gitmeye karar verdiyseniz eğer “beklentilerinizin üstünde bir komedi filmiyle karşılaşacağınızı bilin!” derim.
Uzatmayayım, bana göre “Düğün-Dernek” 2013 ün en son ve en şenlikli filmi…
Yani "İzleyin, görün, siz de bol bol gülün! "derim…


22 Ekim 2013 Salı

Fıkra gibi...



 O gece kendisinde kalması için torununa ısrar eden anneanne ile torun arasında şöyle bir diyalog gelişir:
-Kız arkadaşımla konuşacağım anneanne, kalamam, eve gitmem lazım.
-Burada konuş oğlum, valla ben seni dinlemem, bak gir şu odaya!
-Anneanneciğim, pijamam falan yok, kalamam…
-Dedenin pijamasını giyersin hadi, hadi!
-Offf! Diş fırçam da yok ama…
(Anneanne ısrarcı…)
-Aaa..Misafir diş fırçam da var  oğlum, onu kullanıverirsin işte…
-Nasıl misafir diş fırçası, diş fırçasız gelen her misafir aynı fırçayı mı kullanıyor yani?
-Yok canım o kadar da değil, bi annen kullandıydı, bi de Ömer Abin, temiz, temiz, tertemiz…
Torununa üst katta oturan güçlü ve baskın kişilikli komşu kadından bahsetmektedir:
-O kadın var ya o kadın, çok laminant.
-Laminant mı? Hah hah hay… Dominant demek istiyorsun galiba anneanne…
-AmaaaaN...Ha laminant, ha dominant ne fark eder?
Anneanne, torununun yeni nesil dokunmatik GSM indeki resimleri görmek ister. Torun resim dosyasını açarak cihazı ona verir:
-Al anneanne, kendin bak.
Anneanne diğer resimlere geçmeyi bir türlü beceremeyince, torun ona açıklar:
-Çok kolay, ekrana kitap sayfası açar gibi dokunacaksın.
Düşünür...  
(Kitap sayfası açar gibi?..)
Sağ elinin orta parmağını diliyle ıslatarak, gerçekten bir kitap sayfası açacakmış gibi ekrana
dokunmaya başlar.

                                                                                                    *********

30 Eylül 2013 Pazartesi

50. Antalya Altın Portakal Film Festivali

50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali 4 Ekim'de başlıyor.

Bu yıl 04-11 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek olan Altın Portakal Film Festivali, Türkiye’nin en önemli ve en köklü film festivali.

Antalya Altın Portakal Festivali aynı zamanda, 85'incisi düzenlenen Oscar, 70'incisi düzenlenen Venedik, 66'ncı kez düzenlenen Cannes, 63'üncüsü düzenlenen Berlin Film Festivali gibi dünyanın en eski film festivallerinden.

Bu yıl jüri başkanlığını Türkan Şoray’ın yaptığı  Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması dalında, yarışmaya hak kazanan 10 film şöyle sıralanıyor:

Cennetten Kovulmak(Ferit Karahan)/ Kısa Film(Ali Kemal Çınar)/ Kutsal Bir Gün(Serdar Temizkan)/ Kusursuzlar(Ramin Matin)/ Mavi Dalga(Zeynep Dadak- Merve Kayan) / Mavi Ring(Ömer Leventoğlu)/ Meryem(Atalay Taşdiken)/ Sev Beni (Mehmet Bahadır Er, Maryna Er Gorbach)/ Uvertür(Alpgiray M. Uğurlu)/ Uzun Yol(Nihat Seven)

Festival kapsamında bu yıl Ulusal Kısa Film yarışmasında 20 film, Ulusal Belgesel Film dalında 15 film yarışacak.

Diğer taraftan, festival kapsamında bu yıl beşincisi yapılan Halkın Portakalı Kısa Film Yarışması'nda yer alan grupların çektikleri 15  film, "Halkın Portakalı" ödülü için yarışacak.

Jürisine bu yıl ilk kez, bir Türk yönetmen Yeşim Ustaoğlu’nun başkanlık ettiği Uluslararası Uzun Metrajlı Film dalında 10 film yarışacak.

Çok sayıda özel ödülün de verileceği festivalin 50. Yılında, Altın Portakalı kazanan yapımlara 700 bin liraya yakın para ödülü dağıtılacak.

Ayrıca Festival boyunca, genç ve deneyimli yönetmenlerin 2013 yılında yaptıkları filmler, "Ulusal Özel Gösterimler" adı altında sinemaseverlerle buluşacak. 

Bu filmler şunlar: 

Süllü Veli Arpaç-Tayfun Tunga Yoylu’nun(Belik)/ Gökhan Horzum’un(Arkadaşlar Arasında)/ Atıl İnaç’ın (Daire)/ Faysal Soysal’ın(Üç Yol)/ Serdar Bardakçı’nın(Her Şey Yolunda)/ Serdar Gözelekli’nin(İnanç Odası)/ Onur Ünlü’nün(Sen Aydınlatırsın Geceyi)Semir Aslanyürek’in(Lal)Biket İlhan’ın(Yarım Kalan Mucize)

Antalyalılar şehir merkezinde ve ilçelerinde 50. Yıl için kurulan açık hava sinemalarında Türk sinemasının unutulmayan filmlerini ücretsiz olarak izleme şansı da bulacaklar.

Sinema dışında diğer kültür ve sanat etkinliklerine de yer verilen festivalde 10 da sergi açılacak.

Ayrıca“Saldırıya Uğrayan Sanat” gündemiyle yapılacak panel ve söyleşilerde önemli konuklar bulunacak.

50. Altın Portakal için bu yıl bir ilk gerçekleşecek. Cahit Berkay’ın bestelediği, Metin Üstündağ’ın sözlerini yazdığı “Bir Filmdir Ömrümüz” adlı  parça, kırmızı halıdan törenlere, kortejden etkinlik alanlarına kadar pek çok noktada festivalin simgesi haline gelecek.

Ayrıca  Festivalin 50'nci yılına özel tasarlanan ve hazırlanan 5.5 metrelik toprak küpün üzerine, festivalin 50 yılında  ödül alan tüm sanatçıların isimleri yazılacak.

Türk sinemasının emektarı, Altın Portakal’ın yaşam boyu onur ödüllü sanatçısı, sinema ve tiyatro oyuncusu Tuncel KURTİZ’in vakitsiz ölümü üzerine  Lara Beach’te devam eden ve Türk sinemasının unutulmaz isimlerinin büstünün yer aldığı Kum-Heykel sergisine Kurtiz’in büstü de eklenecek.

50. Altın Portakal’dan başka bir haber ise Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin ödül objesi Venüs Heykelciğinin çoğaltılarak satışına başlanması.İlk kez Antalya Ekspo Center ve Cam Piramit'te görücüye çıkan Altın Portakal Heykelciği 49 TL, Venüslü anahtarlık da 10 TL'den satışa çıkacak.

http://www.altinportakal.org.tr/

*********

5 Eylül 2013 Perşembe

Teyzemin Elma Fidanı



O, sonsuz sevgisini, eşsiz şefkatini ve yakın ilgisini hiç esirgemedi çevresindeki insanlardan.
Herkesin derdiyle dertlendi, herkesin acısını ta yüreğinde duydu, herkesin mutluluğuyla mutlandı.
...
Çocuklarını, akrabalarını, komşularını ve herkesi sevdiği gibi sevdi, o kıraç üzüm bağını da...
Yaşlıydı, gücü yoktu, üstelik yakınlarının rızası da olmuyordu, ama o aldırmadan, her fırsatta gidip asırlık omcaların altını beller, bademlerin, elmaların dibindeki otları temizler, üşenmez, o incecik hortumdan akan cılız suyla saatler boyu ağaçları sulardı.
Üzüm omcaları en az 100 yıllık, badem ağaçları en az 50-60 yıllıktı ve orası onun için çok değerliydi. Çünkü o geçmişine ve hatıralarına sıkı sıkıya bağlıydı. Ve o bağ, anneannesinden, dolayısıyla annesinden kalan en son ve en somut hatıraydı. 
Kendisini görmek için Konya’ya her gidişimizde bizi ısrarla o bağa davet eder, mevsimine göre omcalarda bulduğu üzüm cıngıllarını, taze bademleri ya da küçük mayhoş elmaları  ikram etmekten büyük mutluluk duyardı.
...
İşte onu meleklerin yanına gönderdiğimiz o acılı gün, kendisini her zaman çok mutlu hissettiği ata yadigârı o bağı son bir kez daha görmek istedim.
Aylardan Mayıstı, İç Anadolu’da çiçeklerin açtığı zamandı. Oysa teyzemin bağına henüz bahar gelmemişti; bakımsızlıktan mı, aylardır onun sevgisinden mahrum kaldığı için mi, bilemem…
O an sanki tüm ağaçlar ve omcalar onun gidişinden haberdar gibiydiler, kurumaya yüz tutmuş, boynu bükük ve mahzundular. Öksüzlük gibi ağır bir hüzün çökmüştü toprağa sanki…
Sağlığında bile ondan başka kimse uğramazken buralara, şimdi kim gelirdi sulamaya, otlarını yolmaya, şu üç-beş cıngıl üzümün yüzüne kim bakardı artık?
Mümkün olsa üzüm omcalarını, elma-badem ağaçlarını kökünden söküp beraberimde getirirdim ya, neyse (!)
Ben de ağaçların dibindeki sürgünlerden köke yakın dalcıklar kopardım, kestim. Toprakla beraber bir poşetin içine yerleştirip üzerine su döktüm.
Derdim onları bahçeme dikmek  ve eğer tutarsa, çok sevdiğim teyzemin anısına o bitkileri büyütmekti.
Çevremdekiler, biraz alay ettiler, biraz onay verdiler, ama özellikle  “tutmaz!” diye fikir beyan ettiler.
İnat ettim;“Ya tutarsa!” dedim…
5-6 saatlik bir yolculuktan sonra eve gelir gelmez onları bahçeme diktim. Kurumadılar, tuttular(!) Üstelik bir  ay kadar sonra yeni sürgünler verdiler, beni inanılmaz mutlu ettiler. 
Geçen gün, artık küçük bir fidana dönmeye başlamış elma dalının ucunda bir beyazlık fark ettim, yanına gidince ne göreyim, elma fidanının en ucunda 3-5 tane tomurcuk var, bir de çiçek açmış.
Dikilmesinden 4 ay sonra, üstelik Eylül ayında çiçek veren başka bir elma fidanı var mıdır? Bilmiyorum, ama bunun benim için bir mucize olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca çiçeklerin bu mevsimde meyveye döneceğini de hiç sanmıyorum ama emin olduğum bir şey var ki, teyzem bunu hissediyor ve o çok sevdiği bağından getirilmiş birkaç dalın çok sevdiği yeğeninin bahçesinde yeniden hayat bulacağından emin, huzurla gülümsüyor...

***

26 Temmuz 2013 Cuma

Kardeşimin Hikayesi

“Kardeşimin Hikâyesi”; yeni bir Zülfü  Livaneli klâsiği...
...
Hazin bir trafik kazası sonucunda darmadağın olan bir aile, bu kazadan sağ kurtulan ikiz kardeşler, insanlara dokunamamak gibi takıntısı olan yalnız bir adam, güzel, meraklı ve hırslı bir genç kız, soğuk bir coğrafyada yaşanan ateşli bir aşk ve hiçliğe karışan sevgili(!)…
Hikâye Karadeniz kıyısında küçük bir balıkçı köyünde, inzivaya çekilmiş mühendis Ahmet’le,  gazeteci kızın yollarını kesiştiren bir cinayet haberiyle başlıyor. 325 Sayfalık kitabın neredeyse yarısına kadar, olayların bu cinayet üzerine sürüp gelişeceğini düşünürken, kendinizi birdenbire şaşırtıcı bir aşk öyküsünün içinde buluveriyorsunuz.
...
Engellenmiş bir aşkın anlatıldığı izlenimini bırakan ilginç kapak resmiyle, insan denilen varlığın dürtü, takıntı ve travmalarının psikolojik ve felsefi boyutuyla;
* Yaşananlar gerçek mi, yoksa hikâye mi?
*Gerçek/hikâye hangi noktada başlar?
*Geçmişi unutmadan yaşamak mümkün mü?  
*Duygusuz/duyusuz  yaşanabilir mi?
*Ya sevmeden/sevilmeden?
*Dokunmadan/dokunulmadan yaşanabilir mi?
*Aşk bir uçurumun kıyısında gözü kapalı yürümek mi?  
gibi pek çok sorunun yanıtıyla ve son derece etkileyici finaliyle, elinizden bırakamayacağınız enfes bir yaz kitabı"Kardeşimin Hikâyesi"...

***

20 Temmuz 2013 Cumartesi

En ucuz yurt dışı tatili deyince, HOMELİNK

Milliyet Blog'daki yazılarımı takip edenler ya da gezi- tatil bloglarına ilgi duyanlar sanırım benim paylaşımlarıma rastlamışlardır.
Bendeniz yıllardır her yıl 2-4 haftalığına yurt dışına çıkar ve gezdiğim-gördüğüm yerleri MB deki sayfamda anlatmaya çalışırım.  
İşte bu yılki gezi programıma birkaç gün kalmışken düşündüm ki; şimdiye kadar, istediğim ama henüz gitmeye fırsat bulamadığım birkaç Avrupa Şehri dışında Londra, Windsor, Viyana, Paris, Zürich, Bern, Prag, Budapeşte, Milano, Como, Venedik, Lecco, Garda, Bellagio, Bergamo,Torino, Napoli, Capri, Floransa, Aachen, Düren, Köln, Düsseldorf, Bonn, Barselona,Stokholm, Amsterdam, Rotterdam, Mastrich, Antverb, Brüksell gibi dünyanın en popüler belki de en çekici kentleriyle tanışmışım.
Kendimi hâlâ bir heyecanlı gezgin gibi enerjik hissederken şöyle Amerika’ya, Uzak Doğu’ya, Avustralya ya da Afrika’ya doğru uzanarak oraların farklı, zengin ve gizemli coğrafyalarını da keşfetmek zamanının geldiğinin farkındayım gerçi ya, neyse…
Böyle bir yazı içeriğiyle ilk karşılaşanların: ” Ooo her yıl yurt dışına gitmek mi? Ne diyor bu canım? Nasıl oluyormuş bu iş? Anlatıp durmuş ama belli ki tuzu kuru bunun(!)”  benzeri yorumlar yapacaklarını tahmin edebiliyorum aslında.
Ama Homelink denilen tatil sistemi,tüm bu seyahatleri sizler için de mümkün kılıyor işte…
Homelink sistemine dâhil olanlar için son derece ekonomik ve ilginç yurt dışı tatiller yapmak artık bir hayal değil ve ayrıca öyle sanıldığı gibi tuzunuzun kuru olması da gerekmiyor.
Eğer  http://homelinkturkey.com/#  sitesindeki açıklama ve tanıtımları okursanız, siz de en ucuz ve en ilginç yurt dışı tatilinin nasıl yapılacağının sırrına varmış olacaksınız..
Homelink, Uluslararası alternatif tatil imkânı veren ve neredeyse bedavaya yakın bir masrafla dünyanın gezilebildiği, üyeleri arasında  kâr amacı gütmeyen ve üyelerinin mevcut imkânlarını değerlendirerek yine üyelerine, dünya ülkelerini yerel kültür ve doğallığıyla tanıtmayı hedefleyen 55 yıllık bir sistem ve Homelink günümüzde artık bir yaşam tarzı.
Bu sistem sayesinde gönlünüzün çektiği her yerde evinizi, dilerseniz arabanızı değiştirerek tatil yapabiliyorsunuz.
Bu sistemde, tatiliniz süresince başka bir Homelink üyesi ile evinizi kira veya konaklama ücreti ödemeden karşılıklı olarak değiştiriyorsunuz. Siz onların evinde tatilinizi geçirirken, onlar da sizin evinizde kalıyorlar ve bunun için ne siz, ne de diğer Homelink üyesi herhangi bir kira bedeli ödemiyorsunuz.
En güzeli de Homelink size bir ev ortamındaki rahatlığı ve mahremiyeti sağlıyor.
Konu ilginizi çektiyse, üyelik koşullarını ve merak ettiğiniz  herşeyi  http://homelinkturkey.com/#adresinde bulabilirsiniz.
Ayrıca sayfamdaki yurt dışı tatil/alternatif tatil/ gezi-tatil kategorilerinde paylaştığım Homelink deneyimlerimi okuyabilir, galerilerde paylaştığım gezi resimlerini de görebilirsiniz.
6 yıllık mutlu bir Homelink Gezgini olarak yolumun düştüğü Avrupa şehirlerine, bu yıl Roma ve Berlin’i de ekleyeceğimi belirtirken, bu alternatif tatil sistemini  sizlere bir kez daha içtenlikle öneriyorum.


4 Temmuz 2013 Perşembe

23 Haziran 2013 Pazar

azad...




Yoktun,
hem yanımda
hem değildin...

Neşemde-kederimde
hiç değildin…

Bunca yıl seninle
ama
sensiz geçti ya;
yeter!

Yılların prangasından kurtardığım ruhumu arıtıp, yeniden yapılanıyorum ve seni hapsettiğim o mavi zindandan AZAD ediyorum…


                                  

18 Haziran 2013 Salı

hesabını sormam...

sanma ki
bir gün
hesabını
sorarım
-sensizliğin-

kendi cezanı          
 kendin kestin,
   

bundan böyle
   sen de  
    -bensizsin-


***

8 Haziran 2013 Cumartesi

yeniden...



bir ışıltı, bir fısıltı,

bir ses diledi yıllarca...

onca iletişim kanalı varken, 

-uzaduyuma- bel bağladı...

özlemi rüyalarına kilitledi,

rüyalarını gönlüne...

gerçeğin acımasızlığına dayanırken

var gücüyle

ve

durmadan kandırırken kendini
       
-inkâra kaçmadan-
                                                                                        
 "bitti"

dedi

sonra o ses, o fısıltı var ya; rüyalarının en dibinde filiz veriverdi...
                                                                
 tüm isyanına, tüm umutsuzluğuna rağmen
     
 -yeniden-

***

29 Mayıs 2013 Çarşamba

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: gidenin ardından...

UZAKLIKLAR...fatma iyibilgin: gidenin ardından...: Toroslar’dan aşağı kıvrıla kıvrıla inen şehirlerarası yol, baharın teslim aldığı yemyeşil ovada sonsuzluğa uzanıyormuş gibi geldi bir an…...

gidenin ardından...

Toroslar’dan aşağı kıvrıla kıvrıla inen şehirlerarası yol, baharın teslim aldığı yemyeşil ovada sonsuzluğa uzanıyormuş gibi geldi bir an…
İnsan bu duyguyu,sevdiğine kavuşmak için düştüğü o bir türlü bitmek bilmeyen yollarda taşır hani; zamanın geçmediği, kilometrelerin tükenmediği...
Yollardayım...
Yollardayım ama bir anlayabilsem o yolun sonunda kime ulaşabileceğimi!
Aslında, bekleyenimi kaybettiğim o kentte beni özleyen hiç kimse kalmamışken artık, benim bu yollarda ne işim var ki?
Üstelik onun açmayacağı o kapıyı neden çalayım artık, niçin çalayım ki?
Gözlerim ağrılı, gözlerim yapış yapış...
Ya içimdeki öksüzlük, bilmem çoğalır mı yoksa eksilir mi?
...
Hani muhabbetle geçirilecek buluşmalar plânlamıştık seninle, neden aldattın beni?
Yaşadığını varsaymaya çalışıyorum ama olmuyor bir türlü işte.
Bu ani, bu kararlı, bu habersiz terkediş sana hiç yakışmadı ki!
...
Günler geçecek, küllenecek  acın; acın hafifleyecek zamanla, tıpkı her acı gibi.
Şimdi üzgünüm, bitkinim, yüreğim talan, yüreğim yangın yeri...
Söylemek için erken belki de geç, bilemem ki; 
                "Çok özledim ben seni!"


***

yaşlılıktan mı, evlilikten mi, huysuzluktan mı?

Acil polikliniğinde bize işaret edilen bölüme girdiğimizde karşılaştık onlarla…
Çiçekli şalvarı, desenli bluzu, çenesinin altından geçirerek başının üzerinde bağladığı oyalı yazmasıyla yatakta yatan yaşlı, sıska, tek dişli teyze, yattığı yerden doğrularak, kalın gözlük camlarının arkasındaki küçücük gözleriyle bize baktı ve ayakta dikilmekte olan adama merakla sordu:
- Nesi vamış bunların beee, bi bak  adam!
Adam:
- N’apcen yav, dertleri olmasa burda ne işleri vaa!
Tek gözü bize, kan çanağına dönmüş diğer gözü karısından yana bakıyormuş gibi görünen yaşlı adam, önce bir süre izledi, sonra dayanamadı sordu:
- Geçmiş ossun hemşerim, nen va?
- Menüsküs ameliyatı olacaktım, şekerim yüksek çıkınca yapmadılar, akşamüzeri dizim kilitlendi kaldı. Ağrıya dayanamadım, mecburen geldik…
-Yaaa…Şekerin mi vaa? Bende de va şeker, seninki kaç çıkıyo?
- 180-200 işte…
-O da bi şey mi,  benim şeker  300 den aşşa inmeyo...
-Perhiz yapmak lazım perhiz, yediğine içtiğine dikkat etmeli insan, ama kaçırıyoruz işte...
-Yoo… Ben çok dikkat ediyom  emmeee,  (yatan kadını göstererek) şu karı canıma okuyo. Sinirden yükseliyo benim şekerim, sinirden…
Kadın yattığı yerde, bacağını diğerinin üzerine hoppadak atarak, hırsla konuşmaya başladı.
-Töbe töbeee! Yalan yalaaan, çok yiyo bu, çok yiyo…Yiyo yiyo suçu bene atıyo…Yemeyive leen! Zıggım ye!
-Kes yav, şinci  çarpcan elimin tersiylen!
Aynı esnada doktor içeri girdi ve doğruca kadının yanına geçti. Adam biraz önceki öfkesini yenmeye çalışarak ve söylenerek geri çekildi…
Doktor:
-Neyin var teyze?
Kadın kasığını göstererek:
-Çok ağrım va oğluuum!
Midesini, ardından kasığını tutararak:
-Aha şuramdan giriyo,şurama geçiyo, orayı bi buruyo, sora sırtımın ortasına goca bi bıçak gibi saplanıyo… İğne yapvercen mi bene?
Kocası, ona duyurmadan mırıldandı:
-Yap yap, iğne yap!  Hem de diline yap ki, az biraz kesilsin sesi  gâvırın...
Doktor:
-Dur hele teyze önce bir neyin olduğunu anlayalım.
Doktor, kadının söylediği bölgeleri muayene ederek sordu:
-Ne zaman başladı bu ağrı?
-Çohtaaan… Ben desem iki yıl, sen de üç yıl…
Adam dayanamadı:
-Atma yav atma! Bunadı bu dohtor, bunadı, ne dediğini bilmeyo… Fıtık ameliyatı olduydu bu 6 ay önce, o zamandan beri zıngırdayıp duru işte ...
Kadın:
-Ne diyon len? Yalan mı deyom? Gaç senedir çekiyom ben bu ağrıyı, biliyon mu?
Muayene eden doktor ortalığı düzeltmeye çalıştı:
-Tamam, teyze sakin ol! Sen de amca. Hatta sen iyisi mi dışarı çık da, biraz sakinleş...
Adam dişlerinin arasından okkalı küfürler savurarak dışarı yönelirken, kadın dirseklerinin üzerinde doğrulup bağırdı:
-Vah vaaaaah!  Asıl sen zıngırdıyon seeen… Nankör heriiiiif, sen çürüttün beni seeen!
Adam hırsla geri döndü, ama görevliler onu engelledi,  muayenedeki doktor da kadını susturmaya çalıştı.
Yine de kadın, doktorun kolunun altından kocasını görmeye çalışarak bağırmaya devam etti:
-Geberem işallaaah,  geberem de gına yak g.tüne!
Doktor:
-Ayıp teyze ayıp, sus artık, bak servisten çıkarırım seni ha!
Kadın bu defa bir mağdur ifadesiyle ve sesini alçaltarak söylendi:
- Yo yoo ben niye geberem ki? Rabbim benim derdimi sene vesin de, sen geber  iŞŞallaaah, sen geber iŞŞallaaaaah!
***

23 Şubat 2013 Cumartesi


Bilmem rastladınız mı?
2-3 Gündür televizyon kanallarında sürekli yayınlanan, haber programlarına konu olmuş çok ilginç, çok keyifli, çok neşeli bir kısa film var.
Anadolu Efes'in basketbolcuları bir klasik müzik konserine gidiyorlar. Gidiyorlar ama daha mekâna girişlerinden itibaren oyuncuların yüzlerindeki memnuniyetsizlikten ve zoraki gülümsemelerden bunun kendi tercihleri değil, zoraki bir durum olduğunu anlıyorsunuz.
Birisi takım elbisesini işaret edip, kendiyle dalga geçerek diyor ki;" Gördüğünüz gibi klasik müzik konserine gidiyoruz diye giydik işte"
İster istemez :"Ahhh canım, zavallı çocuklar!" diye düşünüyorsunuz....
Sonra anliyorsunuz ki; izlediğiniz şeyler, tamamı gizli kamerayla çekilmiş bir reklam filmi ve klasik müzik konserine gittiklerini zannedenlerse, sadece basketbol oyuncuları. Çünkü onların dışındaki herkes birer figüran, herşey kurgu, herşey senaryo gereği...
Salondaki izleyiciler ve orkestra yavaş yavaş yerlerini alırken, basketbolcular da koltuklarına oturuyorlar ve konser başlıyor.
Mozart'tan ağır ve ağdalı bir eserle başlayan konserin daha başlarında iken oyuncuların üzerinde gezinen kamera, çaktırmadan saatine bakan, uyukladığını belli etmemek için eliyle yüzünü gizleyen, boş boş ve de sıkıntıyla sahneye bakan mutsuz yüzleri yansıtmaya başlıyor.
Derken, şefin ani bir el hareketiyle müzik değişiyor. Duman'ın ''Senden Daha Güzel'' şarkısı çalınmaya başlıyor.
O sırada Anadolu Efes taraftarlarından birisi ayağa kalkıyor ve yüksek sesle şarkıyı söylemeye başlıyor. Sonra salonun çeşitli yerlerinden taraftarlar birer ikişer ayağa kalkarak şarkıya eşlik ediyor. 
Şaşkınlıkla bir o yana,bir bu yana bakan basketbolcular yavaş yavaş ne olduğunun farkına varıyorlar ve şarkı ilerledikçe kahkahalarla gülmeye, mutlulukla birbirlerine bakmaya başlıyorlar.
Şarkının sonuna doğru ışıklar kısa bir süre için kapanıyor. Tekrar yandığında ise tüm seyirciler Anadolu Efes formalarıyla ve ellerinde bayraklarla görünüyorlar.
Sonra oyuncular da salondakilere eşlik etmeye başlıyorlar ve hep birlikte coşkuyla şarkıyı tamamlıyorlar, bir yandan da Anadolu Efes bayraklarını sallıyorlar.
Reklam filminin çekimleri Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi'nde 15 gizli kamera kullanılarak gerçekleştirilmiş, çekimlerde 540 kişilik figürasyon kullanılmış ve toplamda 750 kişi görev yapmış.
Gerçekten de muhteşem bir reklam filmi olmuş.
Öyle ki; Bu motivasyonla Anadolu Efes Basketbol Takımı "zirveye oynar" gibi geliyor insana...
Halâ izlemediyseniz aşağıdaki linki tıklayıverin; iddia ediyorum, bayılacaksınız..:)


***

7 Şubat 2013 Perşembe

Şu erkekler var ya...


Kadın henüz yataktan kalkmış, düşünceli, dalgın, çaydanlığı ocağa koymuştur.  Ardı sıra gelen kocası, sabah mahmurluğuyla mutfakta dolanmaktadır.
(Selçuk Eldem-www.gommik.com - dan alıntı)
Kadın:Ay Cavit bir rüya gördüm ki, sorma!
Cavit: E sormuyorum ki zaten!
Kadın:O lâfın gelişi yaa… İnsan bir “hayırdır” der.
Cavit:Yahu “hayırdır” diye sormaya korkuyorum. Ne zaman rüyanı anlatmaya kalksan, içim çekiliyor vallahi!
Kadın:Aaa niye o?
Cavit:Yahu arkadaş, rüya değil, kısa metrajlı film görüyorsun sanki… Dinle dinle, bitmiyor!
Kadın:Yok yok, kısa vallahi. Bi dinle bak!
Cavit(dişlerinin arasından söylenir):Ya sabır, yine başladı!
Kadın:Akşam olmuş, eve gelmişsin, elinde kocaman, kalp şeklinde, pembe, süslü bir kutu…
Cavit: Allah Allah… Ne halt etmişim ben öyle, bayram değil, seyran değil!
Kadın:Ay Cavit ne fenasın, dur bir dinle… Önce bir öpüyorsun, bir öpüyorsun ki beni, hani o ilk evlendiğimiz günlerdeki gibi. Sonra kutuyu bana veriyorsun. (Birden duraklar) Hem niye bayram-seyran değilmiş, yakında Sevgililer Günü yok mu canım, cık cık cık!…
Cavit (can sıkıntısıyla sorar): Eeeeeee…Sonra?
Kadın:Heyecanla kutuyu açıyorum bakıyorum, ama içi boş...Şaşıyorum, kahroluyorum. Ne umut ettiysem artık! (mahsunlaşır…)
Cavit: Anah! Bitti mi? Rüyan bu kadar kısa mı? Sahi mi? İnanamıyorum! Hayıra çıksın, ne diyeyim, kih, kih, kihhh…(duraklar, düşünür, alaylı) Dur bakalım, akşam olsun hayrolsun!
Kadın: Nasıl yani? “Akşam olsun”derken?
Kadın meraklı, düşünceli, mütebessim kalır. Akşam olur, Cavit işten gelir, ama o da ne; onun elinde gerçekten de pembe ve kalp şeklinde irice bir hediye kutusu vardır.
Kadın: Aaa…Hoş geldin…O neee?  Rüyaaa…Tıpkı rüyamdaki gibi…
Cavit (onu aniden kucaklar, alelacele öper,geri çekilir): Al işte bildin, bu kutu sana!
Kadın (şaşkın, mutlu): Kalbim temiz vallahi, olacaklar içime doğmuş demek ki. (Birden duraklar, şüpheyle sorar) İçi boş mu yoksa?
Cavit(sırıtır):  O kadar da eşşek değiliz herhalde, hıh hıh hıhhh!
Kadın( Heyecanla kutuyu açar, ama hayal kırıklığıyla): Bu ne buuuu, bu ne?                          
(Kutunun içinde bir kitap vardır, adı da:“Pratik RÜYA TABİRLERİ“dir.)
Cavit (muzaffer bir edayla salona yönelirken, bağırır): Bundan sonra o uzun rüyalarını bana anlatma gözünü seveyim, a ha elinde kitabın,onla paylaş... Hem dedin işte, Sevgililer Günü de yakınmış ya zaten; bak şimdiden kutlamış oldum seni, hah hah hayyyyyyyy!

6 Ocak 2013 Pazar

kadın, erkek ve bir gece...

alıntı
Kadın ve adam bir gece deniz kenarında oturmaktadırlar. Adam dalgın, kadınsa adamın omzuna başını dayamış, mutluluk ve hayranlıkla manzarayı seyretmektedir.

Kadın:“Ayyy, canııım! Ne zamandır başbaşa buraya gelmemiştik. Üstelik öyle özlemişim ki seninle böyle sevgililer gibi sarmaş dolaş... hi hi hi hiii…”

Adam:“Niye ki? Daha geçen yıl, hani o Ay tutulmasının olduğu gece gelmiştik ya buraya!”

Kadın:”Daha mı, geçen yıl mı? 
Şaka yapıyorsun galiba! Sanki geçen hafta gelmişiz gibi konuşuyorsun. Bozma şu keyfimi lütfen!”

Adam:“İyi, tamam, tamam, aman, pardon!”

Kadın:“Ayyy…Manzara gerçekten harikaaa!”

Adam(ilgisiz): “Hı hıııı…”

Kadın:“Dolunay da var bu akşam şansımıza.”

Adam, Ay’ın olduğu tarafa bakar: “Dolunay olmamış daha, yarın gece ancak döner dolunaya…”

Kadın(sitemli):“Aşk olsun! Ne kadar kabasın farkında mısın?”

Adam:“Niyeymiş o? Dolunay olmamış daha işte! Gördüğümü söyledim diye kaba mı oldum şimdi?”

Kadın, bir süre sessizleşir, sonra yine gökyüzüne bakarak: “Ama kabul et, şu yıldız ne kadar parlak değil mi? Ne kadar güzel! Aaah ah… Eskiden gözlerimi yıldızlara benzetirdin… Şimdiyse o günler, yıldızlar kadar uzak… ”

Adam: “Allah allaah, nerden çıktı şimdi bu? Hem şu yukarıda parlayan şeyi kastediyorsan o yıldız değil, uydu. Hiç o kadar yakında yıldız olur mu?”

Kadın, derin bir iç çeker: “Bir şeye ne niyetle baktığın önemli, sen–uydu- diyorsun ama ben orada bir yıldız görüyorum, kusura bakma!”

Adam(alaylı):“Anlaşıldı; senin ziyadesiyle romantizmin gelmiş. Ama romantizmin fazlası beni bozar bunu da unutma!... Hıh hıh hıh hıh!..”

Kadın: “Ne fenasın, ne duygusuzsun! Eskiden böyle değildin biliyor musun? Çok değiştin sen, çoook!”

Adam:“Yok ya ne değişeceğim! Gökyüzüne insan eliyle yerleştirilmiş bir uyduya “yıldız mı” diyeyim şimdi salak salak?

Kadın: “Ne yani; ben salak mıyım şimdi? Aşkolsun sana!”

Adam: “Onu demedim yaaa... Çattık anasını satayım!”

Kadın, mahzunlaşarak tekrar denize doğru bakar:”Aman, neyse, hep böylesin zaten sen! Ayyy...Ay ışığı ne güzel vurmuş denize! Dur dur ne olursun, bari şu yakamozu azıcık seyredeyim de, ondan sonra dönelim eve...”
Adam:”Şimdi bir şey söyleyeceğim ama yine kızacaksın bana; o yakamoz dediğin şey, aslında denizde yaşayan bazı mikroskobik canlıların yani planktonların dalgalara çarptıkça çıkardıkları ışığın yansıması, biliyor musun?”

Kadın:“Saçmalama, aha Ay , aha deniz, o da yakamoz işte!”

Adam:”Yok yahu, bir belgeselde izledim öyleymiş, internette de okudum, öyle…”

Kadın, kırgındır, kızgındır ve romantik gece beklentisinden vazgeçmiştir .O sırada birden, ağır ağır yol almakta olan büyük gemiyi görür ve hemen adama sorar: “Peki şu denizde giden ışıklı şey ne sence?”

Adam(kendinden emin):”O mu? O bir yük gemisi.”

Kadın:“Değil, değil, iyi bak, o ne sence?”

Adam dikkatle denizdeki taşıta bakar:“Gemi ya gemi. Kocaman bir yük gemisi işte!”

Kadın, hırsla adamın yanından kalkar ve eve doğru yürürken adama bağırır :”Hayır efendim bilemedin; o gördüğün şey gemi değil tren, kocaman bir tren benceee!”

Adam( şaşırır):“Haydaaa! Ne oldu şimdi sana yaaa, durup dururken ne oldu yine yaaa?”



5 Ocak 2013 Cumartesi

Kadın Dediğin...

resim internetten alıntıdır

Yepyeni bir yıla başlayalı henüz bir gün olmuşken ve burçlardan, piyangolardan, taptaze umutlardan bahsetmek varken,“nereden çıktı bu kadın meselesi” demezsiniz umarım(!)

Çünkü bendeniz kısa bir süre önce, dünya tatlısı bir bayan arkadaşımın özel hayatında yaşadığı mutsuzluklara şahit olunca ”ideal kadın nasıl olmalı? konusunda hayli kafa yordum ve bu konu üzerine bir-iki lâf etmeden duramadım:
...
Kadın dediğin; hem evde, hem işte becerikli, çalışkan ve üretken olmalı.

Kadın dediğin saygın, ciddi aynı zamanda güler yüzlügüzel ve SEKSΠolmalı.

Kadın dediğin az konuşmalı ama çok iyi dinleyen biri olmalı.

Kadın dediğin hassas, narin, sevecen, anlayışlısabırlı, kadın dediğin anlaşılır, samimi, dürüst olmalı.

Küçük şeylerle mutlu olmalı, sahip olduklarının farkındalığıyla, asla gereksiz istek ve taleplerde bulunmamalı.

Kadın dediğin akıllı ve bilgili olmalı, yeri gelince entellektüel,  yeri gelince komşu Ayşe Teyze olmalı.

Uysal gelin, şefkatli kaynana, fedakar anne, iyi sevgili- iyi eş, aynı zamanda iyi arkadaş-iyi dost olmalı.

Ne kadar sosyal, ne kadar kendi kendine yeten biri olsa da hayatını (kendisini seçecek) o özel erkekle anlamlandırmalı(!)

Üniversite okuyup, hatta yüksek lisans-doktora yapıp, yine de hayatını anlamlandıran o ulu kişi istiyorsa, tüm kariyerinden vazgeçerek onun yaşamını  kolaylaştırmalı ve onu kendisinin en özverili  eş olduğuna inandırmalı.

Kadın dediğin; şehirli-köylü, zengin-yoksul, genç-yaşlı, güzel-çirkin, eğitimli-eğitimsiz, sevilen-sevilmeyen fark etmez;  zorluklar karşısında asla yılmayan ve en zoru başaran güçlü kişi olmalı.

Niçin?
Sevdiğinin gözüne girmek, ondan biraz sevgi, biraz saygı, biraz değer görmek, biraz huzur bulmak, biraz sadakati hissetmek, biraz nezaket görmek, birkaç da tatlı söz duymak için(!)

Kadınlık çok zor zanâât, anlaşılacağı gibi ve “kadın” deyince, şöyle durup uzuuun uzuuun düşünmeli!
Ee...“Erkek" deyince de tabiiii...